[ÖZGÜN MAKALE] Şiddet İçeren ve İçermeyen Suç Davranışları Ölçeğinin (ŞİSDÖ) Türkçe formunun geçerlik ve güvenirlik çalışması
Turkish adaptation of Non-Violent and Violent Offending Behavior Scale
Merve Koçak; Ayşegül Durak Batıgün
Geliş: 11.09.2017, Kabul: 29.10.2017
https://doi.org/10.7816/kpd-01-01-01 Pages: 1-11

Öz | Abstract

TR
Çalışmanın amacı, Şiddet İçeren ve İçermeyen Suç Davranışları Ölçeğinin (ŞİSDÖ) klinik olmayan bir örneklemde geçerlik ve güvenirliğini belirlemektir. Ölçekten alınan puanların cinsiyet ve eğitim düzeyi gibi demografik değişkenler açısından incelenmesi, çalışmanın diğer bir amacıdır. Örneklem grubu 137 kadın (%55.9) ve 108 erkek (%44.1) olmak üzere toplam 245 kişiden oluşmaktadır. Yaş aralığı 20-40, yaş ortalaması ise 28.66 (SS = 5.70) olarak belirlenmiştir. Çalışmada
ŞİSDÖ’nün yanı sıra Çok Boyutlu Öfke Ölçeği (ÇBÖÖ) de kullanılmıştır. Yapılan açımlayıcı ve doğrulayıcı faktör analizleri sonucunda, “Yakın İlişkilerde Şiddet” (Cronbach alfa = .88), “Genel Şiddet” (Cronbach alfa = .94) ve “Şiddet İçermeyen Suçlar” (Cronbach alfa = .76) olarak adlandırılan üç faktör elde edilmiştir. Doğrulayıcı faktör analizi sonuçları, model uyum indekslerinin kabul edilebilir sınırlar içinde olduğunu göstermiş (χ2/sd = 4.39, CFI = .81, GFI = .81, RMR = .01, RMSEA= .08, ECVI= 4.91 < 19.63); elde edilen diğer geçerlik ve güvenirlik değerleri de uygun bulunmuştur.
EN
The main purpose of the current study is to investigate the reliability and validity of the “NonViolent and Violent Offending Behavior Scale” (NVOBS) in a non-clinical population in Turkey. Moreover, it aimed to examine the scale in terms of demographic variables, such as gender and educational level. The sample of the study consisted of 137 (55.9%) females and 108 males (44.1%), 245 participants in total. The age range was 20 and 40 years, while the mean age was 28.66 (SD = 5.70). In addition to NVOBS, Multidimensional Anger Scale (MAS) was also used for criterion-related validity. The exploratory and confirmatory factor analyses revealed a three factor solution to be appropriate for the scale. The three factors were named as “Intimate Partner Violence” (Cronbach α = .88), “General Violence” (Cronbach α = .94) and “Nonviolent Crimes” (Cronbach α = .76). The results of confirmatory factor analysis showed that three-factor structure was valid and model fit indices indicated acceptable fit (χ2 /sd = 4.39, CFI = .81, GFI = .81, RMR = .01, RMSEA = .08, ECVI = 4.91< 19.63). The reliability and validity values of the scale were satisfactory.

Notlar Tam Metin (PDF)

[ÖZGÜN MAKALE] Çocukluk döneminde sosyal kaygının gelişiminde ebeveyn kabul-red algısı: Otomatik düşüncelerin aracı rolü
Parental acceptance-rejection in the development of social anxiety in the childhood: The mediating role of automatic thoughts
Gözde Tezcan; Gülsen Erden; İbrahim Yiğit
Geliş: 12.09.2017, Kabul: 23.11.2017
https://doi.org/10.7816/kpd-01-01-02 Pages: 12-23

Öz | Abstract

TR
Çocukların ebeveynlerinden algıladıkları reddin, psikolojik uyumlarını ve işlevselliklerini olumsuz yönde etkilediği görülmektedir. Ayrıca, bu red algılarının, çocukların kendilerine ve dış dünyalarına ilişkin bilişleri üzerinde etkisi olduğu varsayılmaktadır. Buradan hareketle, söz konusu çalışmanın temel amacı, anneden algılanan reddin olumsuz otomatik düşünceler aracılığıyla sosyal kaygı düzeyini yordayıp yordamadığını test etmektir. Araştırmanın örneklemini, Ankara’nın çeşitli ilköğretim okullarına devam eden 211’i kız 178’i erkek olmak üzere toplam 389 beşinci sınıf öğrencisi oluşturmaktadır. Veri toplama araçları olarak Demografik Bilgi Formu, Çocuk/Ergen Ebeveyn Kabul-Red Ölçeği, Çocuklar için Bilişsel Üçlü Envanteri, Çocuklar için Sosyal Anksiyete Ölçeği-Yenilenmiş Biçim kullanılmıştır. Bu araştırmanın amacı doğrultusunda yapılan yol analizine göre, anneden algılanan reddin sıcaklık, ihmal ve ayrışmamış red alt boyutları olumsuz otomatik düşünceler aracılığıyla sosyal kaygıyı anlamlı olarak etkilemektedir. Bir başka ifadeyle, çocukların, anneden algılanan red arttıkça, daha fazla kendilerine, geleceğe ve dünyaya ilişkin olumsuz düşünceleri artmakta ve böylece sosyal kaygı düzeyleri de artmaktadır. Ayrıca, anneden algılanan reddin ayrışmamış red alt boyutu ile olumsuz otomatik düşünceler açısından, kızlar erkeklere göre anlamlı olarak daha yüksek puan almışlardır. Anneden algılanan reddin, bilişsel mekanizmaları tetiklemesi ve sosyal kaygı için yatkınlık oluşturması, çocukların sosyal işlevselliğini arttırmak açısından önemli kuramsal ve uygulamaya dönük bilgiler sağlayabilir.
EN
Intelligence Children’s perception of parental rejection has negatively influenced their psychological adjustment and functioning. Further, this perception of rejection is assumed to have an effect on their cognitions about self and the world. The main purpose of the present study is to examine the mediating role of automatic thoughts in the relationship between maternal rejection and social anxiety. The sample consisted of 389 fifth-grade students (211 girls, 178 boys) from various elementary schools in Ankara. The participants completed Demographic Information Form, Child/Adolescent Parental Acceptance Rejection Questionnaire: Mother, Cognitive Triad Inventory for Children and Social Anxiety Scale for Children-Revised. Findings of the path analysis showed that negative automatic thoughts significantly mediated the relationship between perceived coldness, neglect and undifferentiated rejection from mother, and social anxiety. In other words, as long as the maternal rejection increases, negative thoughts about self, future and the world increase so does social anxiety. Moreover, girls scored higher than boys in terms of undifferentiated rejection and negative thoughts. That maternal rejection triggers cognitive mechanisms and leads to vulnerability for social anxiety may contribute to theoretical and practical understanding in order to increase children’s social functioning.

Notlar  Tam Metin (PDF)

[ÖZGÜN MAKALE] Beliren yetişkinlik ve kayıp yaşantıları: Bağlanma temelli zihinsel temsiller ve psikolojik belirtilerin incelenmesi
Emerging adulthood and loss experiences: Examination of attachment-based mental representations and psychological symptoms
Gizem Cesur; Sezin Başbuğ
Geliş: 12.11.2017, Kabul: 20.12.2017
https://doi.org/10.7816/kpd-01-01-03 Pages: 24-33

Öz | Abstract

TR
Bu çalışmanın amacı, ölüme bağlı birinci ya da ikinci dereceden yakın kaybı veya romantik ilişkinin sonlanmasıyla kayıp yaşamış olan üniversite öğrencilerinden oluşan örneklemde, bağlanma temelli zihinsel temsiller ile psikolojik belirti düzeylerinin incelenmesidir. 122 kadın ve 102 erkek katılımcıdan oluşan örneklemin yaş ortalaması 21.31 (SS = 1.9) ve yaş aralığı 18-29 arasındadır. Araştırma kapsamında veri toplamak amacıyla, demografik bilgi formu, Bağlanma Temelli Zihinsel Temsiller Ölçeği (BTZTÖ) ve Kısa Semptom Envanteri (KSE) kullanılmıştır. Tek yönlü varyans analizi (sonucunda ilk olarak, birinci dereceden yakın kaybı yaşayan, ikinci dereceden yakın kaybı yaşayan ve romantik ilişkisi biten katılımcıların bağlanma temelli zihinsel temsillerinin anlamlı bir farklılık göstermediği bulunmuştur. Buna göre, bağlanma temelli zihinsel temsilleri açısından homojen olduğu varsayılan bu gruplar KSE alt boyutlarından aldıkları puan ortalamaları açısından karşılaştırılmıştır. Analiz sonucuna göre birinci dereceden yakınını kaybedenler ile romantik ilişkisi sonlanan grup arasında psikolojik belirtiler açısından anlamlı farklılık olmadığı; ikinci dereceden yakınını kaybedenler ile romantik ilişkisi biten grup arasında ise anlamlı farklılıklar olduğu bulunmuştur. Yürütülen regresyon analizi neticesinde ise romantik ilişkisi sonlanan grubun KSE toplam puanı üzerinde olumsuz baba ve olumsuz kendilik alt boyutlarının pozitif yordayıcı gücü olduğu görülmüştür. Sonuç olarak, romantik ilişkinin sonlanmasının beliren yetişkinlik döneminde oldukça önemli bir kayıp olduğu ve kayıp yaşantısı olan genç yetişkinler için güvensiz bağlanmanın temsilleri olan olumsuz kendilik ve olumsuz baba algısının psikolojik belirtiler açısından risk faktörü olabileceği görülmüştür.
EN
The aim of this study is to examine the psychological symptoms and Attachment-Based Mental Representations of university students who experienced the death of first and second-degree relatives or the break-up of their romantic relationships. The sample consisted of 122 female and 102 male students. The age of the participants ranged between 18 and 29 with a mean of 21.31 years (SD = 1.90). Demographic Information Form, Brief Symptom Inventory and Attachment-Based Mental Representation Scale were used to collect data. One-way Analysis of Variance (ANOVA) results showed that there was no significant difference on Attachment-Based Mental Representations among the groups. Therefore, all groups are assumed to be homogeneous in terms of attachment-based mental representations. To compare psychological symptom levels of the groups, ANOVA was also conducted. The results indicated that there were significant differences between the groups who lost their second-degree relatives and who break-up their romantic relationship. However, there was no significant differences between the groups who lost their first-degree relatives and who break-up their romantic relationships. Regression analysis revealed that negative self-representation and negative father-representation significantly predicted psychological symptoms of the group who experienced the break-up. Consequently, break-up of the romantic relationship is quite important for emerging adulthood. In addition, current study revealed that negative self-representation and negative father-representation of adolescents who experienced the break-up led to the risk factors for psychological symptoms.

Notlar Tam Metin (PDF)

[DERLEME] Üstbilişsel perspektiften depresyon ve tedavisi üzerine bir derleme
A review of depression and its treatment from a metacognitive perspective
Volkan Koç
Geliş: 22.09.2017, Kabul: 30.11.2017
https://doi.org/ 10.7816/kpd-01-01-04 Pages: 34-43

Öz | Abstract

TR
Günümüzde depresyon önemli ve yaygın bir ruh sağlığı problemi olmaya devam etmektedir. Depresyon için standart müdahale farmakoterapi ve psikoterapi olsa da tekrar (nüks) eden depresyonlar önemli bir sorun teşkil etmektedir. Klinik psikolojide de yaygınlaşmaya başlayan üstbiliş çalışmaları, tekrar eden depresyonlar ile depresif ruminasyona odaklanmaktadır. Kırk yıl kadar önce ilk kez ortaya konan üstbiliş kavramı ve sonrasında bu konuda yapılan çalışmalar birçok alanda yeni bakış açıları kazandırmıştır. Bireyin kendi bilişine ilişkin bilgisi olarak tanımlanan üstbiliş, depresyonun açıklanmasında da yeni fikirler vermektedir. Özellikle bilişsel içeriğin dışında, bireyin bilişsel süreçlerine vurgu yapılmaktadır. Bu derlemede, klinik psikolojide depresyonun üstbilişsel açıdan nasıl ele alındığı ve tedavisine yönelik bu bilgilerin nasıl kullanıldığı aktarılmıştır. Ayrıca depresyona yönelik yeni müdahale arayışlarının devam ettiği bir dönemde, üstbiliş çalışmalarının psikoterapi ve psikopatolojiye yönelik umut veren yansımalarının olabileceği gözden geçirilmiştir. Bu bağlamda üstbilişsel yöntemlerin kendi başına terapötik bir müdahale olma potansiyeli taşıdığı gibi mevcut terapi modellerine destek olacağı olasılığının üzerinde durulmuştur.
EN
Depression has continued to be a major and prevalent mental health problem. Though standard interventions for depression are pharmacotherapy and psychotherapy, recurring depression still constitutes a major problem. Metacognition studies that have become widespread in clinical psychology recently have focused on recurring depression and depressive rumination. The term “metacognition” that was firstly introduced approximately four decades ago, and related studies created new perspectives in various fields. Metacognition is defined as the awareness of the individual regarding her/his own cognition and provides insight in understanding depression. It emphasizes not only to cognitive content but also cognitive processes of the individual. In this review, how depression is approached in clinical psychology from a metacognitive perspective and how this information is used for treatment were indicated. Furthermore, in a period that new intervention methods for depression are sought, promising aspects of metacognition studies in regard to psychotherapy and psychopathology were also discussed. In this context, in addition to the possibility of metacognitive methods to be used to support the existing therapy models, its potential as a separate therapeutic intervention method was also discussed. 

Notlar Tam Metin (PDF)

[DERLEME] Şizofreninin tekrarlanmasında ailede duygu dışavurumunun önemi ve sonuçları üzerine bir derleme
A review of the importance and consequences of family expressed emotion in schizophrenic relapse
İpek Şenkal Ertürk; Burcu Kömürcü
 Geliş: 18.11.2017, Kabul: 10.12.2017
https://doi.org/10.7816/kpd-01-01-05 Pages: 44-51

Öz | Abstract

TR
Şizofreni, yüksek nüks oranlarıyla seyreden, genellikle süreğen, sosyal ve bilişsel işlevsellikte bozulma ile sonuçlanabilen ağır bir psikiyatrik bozukluktur. Şizofreni tanısına sahip bireylerle temas halinde olan bakım veren ve ailelerin tutum ve davranışlarının, şizofreninin seyri üzerinde önemli bir role sahip olduğu düşünülmektedir. Duygu dışavurumu, psikotik bozuklukların tekrar etmesinde önemli bir psikososyal yordayıcı olarak kabul edilmektedir. Yüksek düzeyde duygu dışavurumu, şizofreni tanısı alanların yakınları arasında yaygın olarak gözlenmektedir. Şizofreni ve aile arasındaki ilişkiye tarihsel açıdan bakıldığında, psikolojik kuramı savunan çoğu araştırmacının aileyi hastalığın önemli bir nedeni olarak kabul ettiği görülmektedir. Ancak aile üyelerini hastalığın önemli bir nedeni olarak gören bu bakış açısının, söz konusu ilişkinin anlaşılamamasına ve hastalığın çözümünde aileyle bir uzlaşma sağlanamamasına yol açabileceği düşünülmektedir. Bu derlemenin amacı, şizofreninin seyri ve tekrarlanmasında ailenin duygu dışavurumunun rolünü incelemek ve bu konuda yapılan araştırma bulgularını derleyerek, şizofreninin tekrarlama oranlarının azaltılmasına yönelik öneriler sunmaktır.
EN
Schizophrenia is a severe psychiatric disorder with high relapse rates, which is generally chronic and may result in deterioration in social and cognitive functioning. It is thought that attitudes and behaviors of caregivers and families who are in contact with patients with schizophrenia have a significant role in the course of schizophrenia. Expressed emotion is considered a significant psychosocial predictor of relapse in psychotic disorders. High expressed emotion is commonly observed among relatives of patients with schizophrenia. When the association between schizophrenia and family is considered from the historical point of view, it appears that most researchers, advocating psychological theory, regard the family as an important cause of the disorder. However, it is thought that this point of view, which regards family members as an important cause of the disorder, may lead to a failure to understand the related relationship and agree with the family in the solution of the disorder. The aim of the present study is to examine the role of expressed emotion of the family in the course and relapse of schizophrenia and to offer suggestions for reducing relapse rates by compiling related research findings.

Notlar Tam Metin (PDF)