[ORIGINAL ARTICLE] Yale-Brown Obsession Compulsion Scale–Turkish Self Report Form: A study of reliability and validity [TR]
Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği-Türkçe Öz Bildirim Formu: Güvenirlik ve geçerlik çalışması
Filiz Koçoğlu, Başak Bahtiyar
Received Nov 6, 2020, Revised Feb 4, 2021, Accepted Feb 18, 2021
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000047 Pages: 229-243

Abstract | Öz

EN
Yale-Brown Obsession Compulsion Scale (YBOCS) is one of the most commonly used instruments to assess the severity of symptoms related to Obsessive Compulsive Disorder (OCD) both in clinical settings and in empirical studies. Self-report version of this scale has been developed, considering the limitations such that the need of an administrator and time-consuming application of the semi-structured interview version. The aim of the present study was to examine the validity and reliability properties of Turkish version of YBOCS–Self Report both in clinical and nonclinical sample. Current study was carried out with 267 adult participants (117 patients diagnosed with OCD and 150 healthy controls) between the ages of 18 and 58 (M = 28.33, SD = 7.57). Participants were asked to fill out demographic information form and YBOCS–Self Report. In addition, YBOCS-Clinician Administered version was administered to some of the participants (n = 56) via semi structured interview. The results of the explanatory factor analysis revealed that YBOCS–Self Report had one factor structure measuring the severity of OCD symptoms. The internal consistency of the scale was found to be very good in clinical, nonclinical and overall sample. In addition, self-report version was highly correlated with clinician administered version; and acceptable validity was achieved in differentiating participants diagnosed with OCD from healthy controls. These findings revealed that Turkish version of YBOCS–Self Report is a valid and reliable instrument to assess the severity of OCD related symptoms both in clinical and non-clinical individuals. Self-report version, which is more practical in application and scoring, has good psychometric properties as well as clinician administered version.
TR
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB) ile ilişkili belirtilerin şiddetini değerlendiren Yale-Brown Obsesyon Kompulsiyon Ölçeği (YBOKÖ) hem klinik uygulamalarda hem de bilimsel çalışmalarda yaygın olarak kullanılmaktadır. Ölçeğin yarı yapılandırılmış görüşme formatı için bir uygulayıcının gerekli olması ve uygulamanın zaman alması gibi kısıtlılıklar göz önünde bulundurularak, öz bildirim formu geliştirilmiştir. Bu çalışmada, YBOKÖ-Öz Bildirim Türkçe formunun hem OKB tanısı almış bireylerde hem de klinik olmayan örneklemde psikometrik özelliklerinin incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmanın örneklemini yaşları 18 ile 58 arasında değişen (Ort. = 28.33, SS = 7.57), OKB tanısına sahip 117 kişi ve herhangi bir tanısı olmayan 150 kişi olmak üzere toplam 267 yetişkin katılımcı oluşturmaktadır. Çalışmada tüm katılımcılar demografik bilgi formunun yanı sıra YBOKÖ-Öz Bildirim Formunu doldurmuşlardır. Ayrıca YBOKÖ-Uzman Değerlendirmesi bir kısım katılımcıya (n = 56) yarı yapılandırılmış bir görüşme ile uygulanmıştır. Açımlayıcı faktör analizi sonucunda YBOKÖ-Öz Bildirim Formunun, OKB’nin şiddetini değerlendiren tek faktörlü bir yapıya sahip olduğu gözlenmiştir. Ölçeğin iç tutarlılık düzeyinin klinik grup, kontrol grubu ve tüm örneklem için çok yüksek olduğu bulunmuştur. Ayrıca, öz bildirim formunun uzman değerlendirmesi ile yüksek korelasyonu gözlenmiş; klinik örneklemle klinik olmayan örneklemi ayırabilme özelliği de desteklenmiştir. Mevcut çalışma sonuçları, YBOKÖ-Öz Bildirim Formunun klinik ve klinik olmayan bireylerde OKB belirtilerini değerlendirmek için kullanılabilecek özelliklere sahip olduğunu ortaya koymuştur. Uygulama ve puanlama kolaylığına sahip bu ölçeğin, uzman değerlendirmesi kadar iyi psikometrik özelliklere sahip olduğu belirlenmiştir.

Notes Extended English Abstract Fulltext (PDF)

[ORIGINAL ARTICLE] The investigation of the mediating role of impostor phenomenon in the relationship between maladaptive perfectionism and depression among residents [EN]
Asistan doktorlarda uyumsuz mükemmeliyetçilik ve depresyon arasındaki ilişkide sahtekârlık fenomeninin aracı rolünün araştırılması
Elif Elvan Mirel, Hale Ögel-Balaban
Received Oct 1, 2020, Revised Dec 9, 2020, Accepted Dec 21, 2020
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000048 Pages: 244-253 

Abstract | Öz

EN
Impostor phenomenon is defined as the feeling of fraudulence in spite of high achievements. Maladaptive perfectionism is defined as the perceived discrepancy between high standards and actual performance. Impostor phenomenon and maladaptive perfectionism are common traits among residents. Previous research has shown that both of these traits are associated with depression. The aim of the current study was to investigate the mediating role of the impostor phenomenon in the relationship between maladaptive perfectionism (discrepancy) and depression among residents. Another aim was to investigate whether the relationships between discrepancy, impostor phenomenon and depression differed based on gender. The sample was composed of 213 residents (120 female) from various fields of medical specialties. All participants completed Demographic Information Form, Almost Perfect Scale Revised-Discrepancy Subscale, Impostorism Scale and Beck Depression Inventory. Pearson correlation analyses conducted between discrepancy, impostor phenomenon and depression scores showed that all variables were positively correlated with each other. Mediation analysis did not support the mediating role of impostor phenomenon in the relationship between discrepancy and depression. No significant gender difference in discrepancy, impostor phenomenon and depression scores were found. These findings were discussed in terms of preventions and interventions focusing on reducing discrepancy and impostor phenomenon and increasing the psychological well-being of residents.

TR
Sahtekârlık fenomeni yüksek başarılara rağmen yaşanılan sahtekârlık hissi şeklinde tanımlanmaktadır. Uyumsuz mükemmeliyetçilik ise yüksek standartlar ile gerçek performans arasında algılanan uyuşmazlıktır. Sahtekârlık fenomeni ve uyumsuz mükemmeliyetçilik asistan doktorlarda yaygın olan özelliklerdir. Daha öneki araştırmalar bu iki özelliğin de depresyonla ilişkili olduğunu göstermiştir. Bu araştırmanın amacı asistan doktorlarda uyumsuz mükemmeliyetçilik (uyuşmazlık) ve depresyon arasındaki ilişkide sahtekârlık fenomeninin aracı rolünü incelemektir. Bir diğer amacı ise uyuşmazlık, sahtekârlık fenomeni ve depresyon arasındaki ilişkilerin cinsiyete göre farklılık gösterip göstermediğini araştırmaktır. Bu araştırmanın örneklemi tıbbın farklı uzmanlık dallarında görev yapmakta olan 213 asistan doktordan (120 kadın) oluşmaktadır. Katılımcılar Demografik Bilgi Formu, Neredeyse Mükemmel Ölçeği-Uyuşmazlık Alt Ölçeği, Sahtekârlık Ölçeği ve Beck Depresyon Envanteri’ni doldurmuşlardır. Uyuşmazlık, sahtekârlık fenomeni ve depresyon değişkenleriyle yürütülen Pearson korelasyon analizleri bu değişkenlerin birbirleriyle olumlu bir şekilde ilişkili olduğunu göstermiştir. Aracı değişken analizinin sonuçları, sahtekârlık fenomeninin uyuşmazlık ve depresyon arasındaki ilişkideki aracı rolünü desteklememiştir. Uyuşmazlık, sahtekârlık fenomeni ve depresyon düzeylerinde cinsiyet açısından anlamlı bir fark bulunmamıştır. Bu bulgular, uyuşmazlık ve sahtekârlık fenomenini azaltmaya ve psikolojik iyiliği arttırmaya yönelik önlemlerin ve müdahalelerin asistan doktorlarda yararlı olabileceği doğrultusunda tartışılmıştır.

Notes Fulltext (PDF)

 

[ORIGINAL ARTICLE] Investigating the symptoms of Post-traumatic Stress Disorder in individuals who use alcohol and cigarette during the COVID-19 pandemic [TR]
COVID-19 Pandemisi sürecinde sigara ve alkol kullanan bireylerde Travma Sonrası Stres Bozukluğu semptomlarının incelenmesi
Sevda Acar, Hadiye Bostancı Demirci, Derya Şaşman Kaylı, Görkem Yararbaş
Received Nov 24, 2020, Revised Feb 20, 2021, Accepted Mar 8, 2021
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000049 Pages: 254-265

Abstract | Öz

EN
Research regarding the COVID-19 pandemic process has been increased day by day. Determining the change of tobacco and alcohol use during the pandemic period has become essential in terms of public health. This study aimed to examine this change in the context of post-traumatic stress disorder. This study was conducted with 475 people over the age of 18 who smoke or drink alcohol, or both. In the study, the usage amounts of the participants who used alcohol and cigarettes during the pandemic process were categorized. The means of post-traumatic stress disorder scores of the obtained groups were compared with one-way analysis of variance for unrelated samples. Demographic Information Form and the Impact of Events Scale (IES-R) were used in the study. Regarding the post-traumatic stress disorder mean scores of the four groups which were categorized in the study, respectively; only alcohol use increased (M = 20.86), smoking only increased (M = 29.06), both alcohol and cigarette use increased (M = 29.61), alcohol or cigarette use did not change (M = 20.95), there is a statistically significant difference between the mean scores of post-traumatic stress disorder in some of the groups that did not find any of the classifications related to alcohol and cigarette use appropriate (M = 21.79), F (4,474) = 8.94, p < .05. The present study indicates that there is a significant difference in the post-traumatic stress disorder scores of the groups with varying amounts of alcohol and cigarette use. In this context, it is considered as important to develop biopsychosocial intervention programs regarding the use of these substances, especially during the pandemic period.

TR
COVID-19 pandemisi sürecine ilişkin araştırmalar her geçen gün artış göstermektedir. Pandemi döneminde, bireylerin tütün ve alkol kullanım miktarlarındaki değişimi saptamak halk sağlığı açısından önem taşımaktadır. Bu değişimin travma sonrası stres bozukluğu olgusu kapsamında incelenmesi bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır. Bu araştırma, 18 yaş üstü, sigara veya alkol kullanan ya da her ikisini kullanan 475 kişi ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada, alkol ve sigara kullanan katılımcıların pandemi sürecindeki kullanım miktarları sınıflandırılmıştır. Elde edilen grupların travma sonrası stres bozukluğu puanlarının ortalamaları ilişkisiz örneklemler için tek yönlü varyans analizi ile karşılaştırılmıştır. Çalışmada, Demografik Bilgi Formu ve Olayların Etkisi Ölçeği (OEÖ) kullanılmıştır. Araştırmada kategorize edilen dört grubun ölçek puanları ortalamaları ile ilgili olarak sırasıyla; sadece alkol kullanımı artan, sadece sigara kullanımı artan, hem alkol hem de sigara kullanımı artan, alkol ya da sigara kullanım miktarı değişmeyen, alkol ve sigara kullanımı ile ilgili sınıflamalardan hiçbirini uygun bulmayan grupların bazılarında travma sonrası stres bozukluğu puanlarının ortalamaları arasında istatistiksel olarak anlamlı fark gözlenmiştir. Mevcut çalışma, alkol sigara kullanım miktarı değişiklik gösteren grupların travma sonrası stres bozukluğu puanlarında anlamlı farklılık olduğunu gösterir niteliktedir. Bu kapsamda, pandemi dönemine özel olarak, bu maddelerin kullanımına ilişkin biyopsikosoyal müdahale programlarının geliştirilmesinin önemli olduğu düşünülmektedir.

Notes Extended English Abstract (PDF) Fulltext (PDF)

[ORIGINAL ARTICLE] Investigating alexithymia, emotional expression, childhood trauma and attachment in self-reported disordered eating behavior [EN]
İlayda Özdemir, Şermin Tükel
Received Aug 19, 2020, Revised Mar 9, 2021, Accepted Mar 12, 2021
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000050 Pages: 266-274

Abstract | Öz

EN
Eating disorders, a diagnostic group in which eating behaviour is seriously impaired, are a growing problem worldwide. Psychological factors underlying eating disorders have been investigated, yet no definite conclusions have been drawn. An important area of research is the relationships between eating disorders, early childhood experiences, and emotional expression difficulties. The purpose of this study was to examine the early childhood traumas, alexithymia, emotional expression, and attachment styles in young adults with self-reported disordered eating behaviour, in comparison with individuals with no reported eating behaviour and health issues. Included in the study were 39 participants with disordered eating behaviour and 20 participants as control, between 18-35 years of age, and consisting 43 women and 16 men. Participants completed medical history and sociodemographic information form, Childhood Trauma Questionnaire, Twenty-Item Toronto Alexithymia Scale, Emotional Expression Questionnaire, and Experience in Close Relationships. Results showed that physical abuse and alexithymia were significantly more prevalent in individuals with self-reported disordered eating behaviour. Attachment anxiety and avoidance scores were high in both groups, with no significant difference. There was no difference in emotional expression in positive, negative or intimacy subscores between groups. Findings suggested that clinical psychologists need to examine early childhood experiences, family dynamics, and alexithymia in detail to apply more efficient intervention approaches for young adults with disordered eating behaviour. It is also remarkable that more than half of the individuals with disordered eating behaviour have not received any psychological consultation indicating that there is a need for increasing public awareness towards eating behaviour problems.

TR
Yeme bozuklukları, yeme davranışının ciddi biçimde bozulması olarak tanımlanmakta olup dünya çapında giderek artan bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeme bozuklukları altında yatan psikolojik faktörler araştırılmış, fakat geçerli bir sonuca ulaşmak mümkün olmamıştır. Bazı çalışmalar yeme bozuklukları, erken çocukluk dönemi deneyimleri ve duygusal ifade sorunları arasındaki ilişki üzerinde durmaktadır. Bu araştırmanın amacı, yeme davranışı bozukluğu rapor eden genç yetişkin grupta; erken çocukluk dönemi travmaları, aleksitimi, duygusal ifade ve bağlanma stillerini bilinen bir yeme veya sağlık problemi olmayan bireylerle karşılaştırarak incelemektir. Çalışmaya 18-35 yaş arasında, 43 kadın ve 16 erkek; yeme davranışı bozukluğu rapor eden 39 katılımcı ve yeme davranışı bozukluğu olmayan 20 katılımcı kontrol grubu olmak üzere toplam 59 katılımcı dahil edilmiştir. Katılımcılar, tıbbi öykü ve sosyodemografik bilgi formu, Çocukluk Çağı Travma Ölçeği, 20-maddeli Toronto Aleksitimi Ölçeği, Duygusal İfade Ölçeği ve Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri doldurmuşlardır. Sonuçlar yeme davranışı bozukluğu olan bireylerde fiziksel istismar ve aleksitimi görülme sıklığının anlamlı düzeyde yüksek olduğunu göstermektedir. Kaygılı ve kaçıngan bağlanma puanları her iki grupta da yüksek olup, gruplar arasında anlamlı bir fark bulunamamıştır. Duygusal İfade Ölçeğinin pozitif, negatif veya yakınlık alt puanlarında gruplar arasında fark bulunamamıştır. Bulgular, daha etkin terapi yaklaşımları uygulayabilmek için klinik psikologların yeme davranışı bozukluklarında erken çocukluk çağı deneyimlerini, aile dinamiklerini ve aleksitimi varlığını detaylı bir şekilde değerlendirmelerini önermektedir. Ayrıca yeme davranışı bozukluğu olan bireylerin yarısından fazlasının hiç psikolojik danışmanlık almaması yeme davranışı bozukluğuna yönelik toplumsal farkındalığın arttırılması gerektiğini göstermiştir.

Notes Fulltext (PDF)

[REVIEW] Gene-environment interaction in psychopathologies: stress-related genetic and epigenetic influences [TR]
Psikopatolojilerde gen-çevre etkileşimi: stresle ilgili genetik ve epigenetik süreçler
Esra Zıvralı Yarar
Received Aug 6, 2020, Revised Nov 11, 2020/Jan 5, 2021, Accepted Jan 5, 2021
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000044 Pages: 275-288

Abstract | Öz

EN
It has long been known that stressful life events are related to various psychological problems. The relationship between stress and psychiatric disorders has been further recognized due to reports of studies investigating interactions between biological and environmental factors. This paper is about the effect of stress-related environmental factors on psychopathologies through relevant biological mechanisms, such as genetic and epigenetic processes, in human body. Single-nucleotide polymorphisms and DNA methylation profiles of the genes playing role in the autonomic nervous system and the hypothalamic-pituitary-adrenal axis, which are essential for mental health and stress regulation, shed light upon gene-environment interactions in psychopathologies. Research results showing an association between early/late adversities and psychiatric problems through biological mechanisms deserve note. Relationships between genes related to stress regulation, such as CRHR1, FKBP5, CRHBP, SLC6A4, NR3C1, OXTR and BDNF, and various psychiatric conditions (e.g., depression, suicide, anxiety, bipolar disorder, personality disorders and post-traumatic stress disorder) have been suggested in an interaction with environmental factors. The number of studies reporting similar associations for therapeutic approaches to these disorders is also on the increase. Possible limitations when interpreting findings and suggestions for future research have also been discussed.
TR
Stresli yaşam olaylarının birçok psikolojik problemle ilişki içinde olduğu uzun zamandır bilinmektedir. Stres ve psikiyatrik rahatsızlıklar arasındaki ilişki, biyolojik ve çevresel faktörlerin etkileşimlerini inceleyen çalışmalar sonucunda daha anlaşılır hale gelmektedir. Bu makalede, insan vücudundaki genetik ve epigenetik süreçleri içeren biyolojik mekanizmalar aracılığıyla psikopatolojiler üzerinde etkili olan stresle ilişkili çevresel faktörlere değinilmektedir. Otonom sinir sistemi ve hipotalamus-hipofiz-adrenal aksı gibi zihin sağlığı ve stres yönetimi açısından önemli yapıların işleyişinde rol alan genler üzerindeki tek nükleotid polimorfizmleri ve DNA metilasyonları, psikopatolojilerdeki gen-çevre etkileşimi mekanizmalarına ışık tutmaktadır. Erken ve yakın dönem olumsuz çevresel yaşantıların biyolojik süreçler ile bağlantılı bir biçimde psikiyatrik rahatsızlıklarla olan ilişkisine yönelik bulgular dikkat çekicidir. Özellikle, CRHR1, FKBP5, CRHBP, SLC6A4, NR3C1, OXTR ve BDNF gibi stresle ilgili genlerin depresyon, intihar, bipolar bozukluk, kaygı bozukluğu, çeşitli kişilik bozuklukları ve travma sonrası stres bozukluğu gibi çok sayıda psikiyatrik problemle ilişkisi çevresel yaşantılarla etkileşim içerisinde rapor edilmiştir. Söz konusu ilişkilerin bu problemlere yönelik tedavi yaklaşımlarının etkinliğinde rol oynadığını gösteren çalışmalar hızla artmaktadır. Bulgular yorumlanırken göz önünde bulundurulması gereken olası kısıtlılıklar ve gelecek çalışmalar için öneriler tartışılmıştır.

Notes Extended English Abstract (PDF) Fulltext (PDF)

[REVIEW] The taboo in psychotherapy: A systematic review of negative effects [TR]
Psikoterapideki tabu: Olumsuz etkilere dair sistematik bir gözden geçirme
Esra Altın Gök, Orçun Yorulmaz
Received Sep 24, 2020, Revised Jan 5, 2021, Accepted Jan 14, 2021
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000045 Pages: 289-303

Abstract | Öz

EN
No matter how well-intentioned psychological treatments are planned and implemented, they have the potential to affect clients negatively or to end unexpectedly. These negative effects are represented by very different terms in the literature. It is not clear how to define negative effects, how they will be evaluated, or what to do when encountered with them. The purpose of this systematic review was to bring together the studies on the negative effects of psychotherapy and to examine how this concept is handled and what these effects can be from the perspective of therapists and clients. As a result of the systematic literature review, 58 studies on this subject were reached, and 14 articles meeting the screening criteria were examined in detail. According to the findings, the terms used for this phenomenon include negative effects, negative indicators, side effects, deterioration-worsening of symptoms and undesirable effect. The negative effects stated in these studies with different numbers of participants suffering from different disorders and various methods are defined as technical problems, problems with the therapeutic relationship, increase or worsening of symptoms, failure to meet the expectations of the client and therapist from psychotherapy. It was thought that more randomized controlled trials were needed to make a clear conclusion on this issue. It is thought that the widespread use of such research will improve mental health studies, bring awareness to therapists by focusing on this concept that seems taboo, will have effects on being more beneficial to clients and making psychotherapies more functional.
TR
Psikolojik tedaviler ne kadar iyi niyetli şekilde planlanıp uygulansa da danışanlara olumsuz etki etme veya beklenmedik şekilde sonlanma ihtimaline sahiptir. Bu olumsuz/negatif etkiler, alanyazında çok farklı terimler ile temsil edilmektedir. Öte yandan, olumsuz etkilerin nasıl tanımlanacağı, nasıl değerlendirileceği veya onlarla karşılaşıldığında neler yapılması gerektiği açık değildir. Bu sistematik derlemenin amacı, alanyazında psikoterapinin olumsuz etkileri ile ilgili yapılmış çalışmaları bir araya getirmek ve bu kavramın nasıl ele alındığını ve terapist ve danışanların gözünden bu etkilerin neler olabileceğini incelemektir. Sistematik alanyazın taraması sonucunda bu konuda toplam 58 çalışmaya ulaşılmış, tarama kriterlerine uyan 14 makale ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bulgulara göre, bu olgu için kullanılan terimler arasında olumsuz etkiler, olumsuz göstergeler, yan etkiler, semptomların bozulması-kötüye gitmesi ve istenmeyen etki yer almaktadır. Farklı bozukluklardan mustarip farklı sayıdaki katılımcı ve çeşitli yöntemlerle yapılan bu çalışmalarda belirtilen olumsuz etkiler ise özetle teknik problemler, terapötik ilişki ile ilgili problemler, belirtilerin artması/kötüleşmesi, danışanın ve terapistin psikoterapiden beklentilerinin karşılanamaması olarak tanımlanmaktadır. Nihayetinde bu konuda doğru bir çıkarım yapmak için daha fazla sayıda seçkisiz kontrollü araştırmaya ihtiyaç olduğu düşünülmüştür. Terapilerdeki olumsuz etkilerle ilgili yapılan bu tür araştırmaların yaygınlaşmasının ruh sağlığı çalışmalarını geliştireceği, tabu gibi görünen bu kavrama odaklanarak terapistlere farkındalık kazandıracağı, danışanlara daha faydalı olma ve psikoterapilerin daha işlevsel olması yönünde etkileri olacağı düşünülmektedir.

Notes Extended English Abstract (PDF) Fulltext (PDF)

[REVIEW] Examination of online psychotherapy methods on the basis of different groups (adult, child, adolescent, and family) [TR]
Çevrimiçi psikoterapi yöntemlerinin farklı gruplar (yetişkin, çocuk, ergen ve aile) temelinde incelenmesi
Seda Oktay, Ezgi Didem Merdan, Pelin Karaca, Gülsen Erden
Received Aug 10, 2020, Revised Oct 20, 2020/Jan 24, 2021, Accepted Feb 1, 2021
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000046 Pages: 304-322

Abstract | Öz

EN
Online psychotherapy is a treatment process between the therapist and the client through technological communication channels. Online therapies are very advantageous by being economically more affordable, easily accessible, eliminating the distance between the client and the therapist, and saving time for both parties. As well as face-to-face therapy, online psychotherapies can be used with different groups such as adults, children, adolescents, and families. The interest in online therapies is increasing day by day with the recognition of its positive aspects and its use in our country during the epidemic restrictions. However, comprehensive studies on the effectiveness of online therapies with children, adolescents, and families are limited in the literature. Therefore, the aim of this study was to examine the features of online psychotherapy for various client groups such as children, adolescents, families, and adults; and to reveal the effectiveness of the studies conducted with these groups. Many efficacy studies show that online therapies are effective for adults, children, adolescents, and families. Use of online therapy is rising in Turkey and it is necessary for mental health professionals to follow the development of this method nowadays. In addition, increasing the studies about the efficacy of online psychotherapies in the literature is essential for the improvement of applications in this field.
TR
Çevrimiçi psikoterapi, terapist ile danışan arasındaki psikoterapi sürecini teknolojik iletişim kanalları yoluyla sağlayan bir tedavi biçimidir. Çevrimiçi terapiler, ekonomik açıdan daha hesaplı ve kolay uygulanabilir olmaları (ulaşılabilirlik), farklı şehirlerde ve hatta ülkelerde yaşayan danışanlar ve terapistlerin birbiriyle iletişim kurmalarına imkân tanımaları, iki taraf için de zaman tasarrufu sağlamaları gibi konularda oldukça avantajlı durumdadır. Yüz yüze terapi uygulamalarında olduğu gibi, çevrimiçi psikoterapiler de yetişkinlerin yanı sıra çocuk, ergen ve ailelerle uygulanabilmektedir. Olumlu yanlarının fark edilmesiyle ve salgın sürecinde ülkemizdeki kullanımıyla birlikte çevrimiçi terapilere olan ilgi günden güne artmaktadır. Bununla birlikte, çevrimiçi uygulamalara yönelik çalışmaların oldukça az olduğu, özellikle çocuklar ve ailelerle yapılan uygulamaların etkililiğine yönelik kapsamlı çalışmaların alanyazında kısıtlı kaldığı düşünülmüştür. Bu bağlamda, bu çalışmanın amacı çevrimiçi psikoterapinin çocuk, ergen, aile, yetişkin gibi çeşitli danışan gruplarına yönelik özelliklerini incelemek ve bu gruplarla yapılan çalışmaların etkililiğini ortaya koymaktır. Çevrimiçi terapi etkililik araştırmalarının birçoğu söz konusu terapilerin yetişkinler, çocuklar, ergenler ve aileler üzerinde etkili olduğunu göstermiştir. Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kullanımı artan çevrimiçi terapi yönteminin gelişimi ve etkililiğinin incelenmesinin, ruh sağlığı çalışanlarının bu yöntemi güvenle uygulamalarına katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Ayrıca, alanyazında çevrimiçi terapi uygulamaları ve bu uygulamaların sonuçlarının paylaşılması, çevrimiçi terapilerin kullanımının artması açısından önemli olarak değerlendirilmiştir.

Notes Extended English Abstract (PDF) Fulltext (PDF)

[SHORT COMMUNICATION] Relationships of bereaved parents after the child loss [TR]
Çocuk kaybı sonrası ebeveynlerin ilişkileri
Asuman Büyükcan-Tetik, Bülent Aykutoğlu, Gökçen Bulut, İlke Sine Eğeci, Serkan Özgün, Belgin Deryalar
Received Jan 4, 2021, Revised Mar 9, 2021, Accepted Mar 16, 2021
https://doi.org/10.5455/kpd.26024438m000052 Pages: 323-329

Abstract | Öz

EN
Parents who lost their child experience higher levels of anxiety and depressive symptoms compared to other parents. Additionally, child loss affects not only individual health but also the relationship between the parents. How does the relationship quality of bereaved parents change after the child loss? In this paper, we first seek to summarize the research that tried to respond to this question and was mostly conducted in Western cultures. Furthermore, we present the contents of limited number of studies conducted in Turkey in different fields. We conclude by discussing the limitations of the literature as well as suggestions for future directions to scrutinize the link between bereaved parents’ relationship quality and grief adjustment. We argue that knowledge in this topic would contribute to the intervention programs that aim to increase grief adjustment of bereaved parents (e.g., better physical and psychological health, lower levels of anxiety and depressive symptoms, post-traumatic growth). This article highlights the importance of focusing on the relationship between bereaved parents in such programs.

TR
Çocuk kaybı yaşayan ebeveynler, diğer ebeveynlere kıyasla daha yüksek düzeyde kaygı ve depresyon belirtileri yaşamaktadırlar. Bununla birlikte, çocuk kaybı yalnızca bireysel sağlığı değil, ebeveynlerin birbirleri ile olan ilişkilerini de etkilemektedir. Çocuk kaybından sonra yas tutan ebeveynlerin ilişki kaliteleri nasıl değişmektedir? Bu makalede öncelikle, bu soruyu yanıtlamaya çalışan ve çoğunlukla Batılı kültürlerde gerçekleştirilmiş olan araştırmaların özetlenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca, bu konuda Türkiye’de farklı bilim alanlarında gerçekleştirilmiş olan kısıtlı sayıdaki çalışmanın içerikleri de aktarılmıştır. Makalemiz, alanyazındaki eksikliklerin yanı sıra yas tutan ebeveynlerin ilişki kalitesi ile yas uyumları arasındaki bağlantının ayrıntılı bir şekilde incelenmesi için gelecekte yürütülebilecek araştırmalara dair önerilerin tartışmasıyla sonuçlandırılmıştır. Bu konudaki bilgi birikiminin, çocuklarını kaybeden ebeveynlerin yas uyumlarının artırılmasını (örn., fiziksel ve psikolojik olarak daha sağlıklı bir yaşam, daha düşük kaygı ve depresyon belirtileri, travma sonrası büyüme) amaçlayan müdahale programlarına katkı sağlayabileceği düşünülmektedir. Bu makale, bu tür programlarda, yas tutan ebeveynlerin birbirleriyle olan ilişkilerine de odaklanılmasının önemine işaret etmektedir.

Notes Fulltext (PDF)